Dil Seçin

Turkish

Down Icon

Ülke Seçin

Turkey

Down Icon

Kimliklere sığmayan yaşamlar

Kimliklere sığmayan yaşamlar

11 Temmuz’da toplumsal-siyasal tarihimiz açısından önemli olay yaşandı. Bir süre önce kurumsal kimliğini lağveden PKK, ikinci bir adım atarak Süleymaniye’de simgesel bir etkinlikle silahlarını yaktı. Yıllardır dilimizde tüy bitti. Nice bildiri, nice kitap… Kürt sorununun varlığını İnkâr etmenin ülkemizde ve bölgede kalıcı barışın sağlanmasının önündeki en büyük engel olduğunu söyleyenler şeytanlaştırıldı, yargılandı, işinden atıldı… Peki, ne olacak şimdi? Devletin, PKK’nin, üç siyasi partinin ve uluslararası güçlerin bu uzlaşması toplumun diğer kesimlerini nasıl etkileyecek? Barış istedikleri için yargılanan, Üniversite’den dışlanan akademisyenlerin hakları teslim edilecek mi? Kürt sorununu ısrarla gündeme taşıdıkları için zindana atılan Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, HDP’li belediye başkanları, medya mensupları serbest bırakılacak mı? Kayyım uygulamaları sona erecek mi?

Yarın, 14 Temmuz Fransız Devriminin yıldönümü. “Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik” şiarını anımsamakta yarar var. Atılan adımın önemli bir şans olduğunun bilincindeyiz. Ama bu iyi niyetin iktidar partisine oy derlemek için kullanılıp, palyatif önlemlerle seçimlere kadar zaman kazanma yoluna gidileceğinden endişe edenlere, demokratikleşmeden bağımsız bir barış sürecine kuşkuyla yaklaşanlara hak vermemek elde değil. Kent uzlaşısı ile Kürtlere belediye meclislerinde yer veren CHP’li belediye başkanlarına uygulanan zulüm ile ‘Kürt Barışı’ söylemi nasıl bağdaştırılabilir? Kamuoyu bu ani ‘aşk’a nasıl ikna edilecek? Kuşaklar boyu kitlelerin bilincine işlenen ‘Türklük Sözleşmesi’nin sorgulanması gerekmeyecek mi?

‘Türklük Sözleşmesi’ kavramı ile henüz tanışmamış olanlar için, 2017 yılında Olağanüstü Hal KHK’sıyla mesleğinden ihraç edilen, lisansını iktisat, yüksek lisansını siyaset bilimi, doktorasını sosyoloji alanında yapan Barış Ünlü’nün “Türklük Sözleşmesi-Oluşumu, İşleyişi ve Krizi” adlı kitabını salık vermek isterim (Dipnot Yayınları, 15. Baskı -2024). Bakın ne diyor Sayın Ünlü; “Türklük, Türklerin büyük çoğunluğunda gözlemlenebilen, farklı toplumsal sınıflara ve ideolojik aidiyetlere göre farklılaşsa da, sınıflar-üstü ve ideolojiler-üstü ortaklıklar ve benzerlikler gösteren, belli görme, duyma, algılama, bilgilenme, ilgilenme, duygulanma, tavır alma halleri ve biçimleridir… Türklük halleri ve performansları çoğu zaman büyük bir doğallıkla, bilincinde olmadan, neredeyse refleksif bir şekilde ortaya konur.”

Dolayısıyla, on yıllar boyu düşmanlaştırılan Kürt siyasal hareketi ile barış yapıyoruz diyerek toplumdan onay almak pek kolay olmayacak. İnsanların bilinçaltlarına kazınmış şoven duygulardan arınması, farklı kimlikleri kabulü zaman ister. İnsanların bilincine ve duygularına hitap eden sanat yapıtlarının bu süreçte önemli bir rolü olabilir. Tabi, devlet eliyle yaptırılacak propaganda filmlerini kastetmiyorum; ancak demokrat zihinlerin yapabileceği bir şeydir bu. Ve demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlerlik kazandığı zeminlerde hayat bulabilir.

KİMLİKLERE SIĞMAYAN BİR KADIN

Bugün yazımı başka bir kitaba ayıracaktım aslında; Canan Gerede’nin anı kitabı “Devrim Çiçeği”ne… Onu Yılmaz Güney’i Avrupa’ya kaçıran kadın olarak tanımıştım. Sonra, en yakın dostlarımdan biri oldu. Kökleri saraylarda, diplomat sofralarında, yaşamının önemli bir bölümünü dünyanın farklı kentlerinde geçirmiş, tutkulu aşklar, ayrılıklar, ihanetler yaşamış, hiçbir siyasal bağlantısı olmamasına karşın, hümanizmi ve idealizmi ile devletin düşmanlaştırdığı, zindana tıktığı Yılmaz Güney’i yurtdışına kaçırmayı kafaya koymuş ve bunu başarmış bir cesur yürek… Anı kitabının bir bölümü Yılmaz Güney’e ayrılmış; ama yalnızca Güney’le ilgili anılarını anlatmıyor Gerede. New York’ta başlayan, Ankara, Atina, Londra, Buenos Aires, Tayvan-Taipe’ye, sonra Avrupa’ya, Japonya’ya, Güney Kore’ye, Casablanca’ya uzanan serüvenlerini anlatıyor, içtenlikli, yalın bir dille…

Özellikle sinemaseverlerin bir solukta okuyacakları bir kitap “Devrim Çiçeği”. 7 yaşındayken Atina’da izlediği ilk filmle başlayan sinema tutkusunu, yaptığı ve yapamadığı filmleri, Avrupa sinemasının ünlü yapımcıları ile ilişkilerini, Atıf Yılmaz’dan Ömer Kavur’a, Erdoğan Tokatlı’dan Faruk Aksoy’a, Kadir İnanır’dan Erkan Yücel’e Yeşilçam’ın ünlü yönetmen ve oyuncuları ile acı-tatlı anılarını anlatıyor. Yalnızca sinemacılar değil, 16 yıl evli kaldığı Dr. Selçuk Gerede, Osman Kavala, İdil Biret, Aslı Altan da Gerede’nin anılarında önemli rollere sahip…

Canan Gerede’yi kızları Bennu ve Şiva’dan tanıyordur günümüz gençleri. Keşke yaptığı “Abidin Dino” belgeselini ve üç kurmaca filmini de izleyebilseler… İlk filmi “Robert’s Movie” ile Yeşilçam kurallarını altüst ederek çizgi dışı bir filme imza atan Gerede, sonraki filmleri “Aşk Ölümden Soğuktur” ve “Parçalanma” ile gerek ülkemizde, gerekse yurtdışı festivallerinde önemli başarılar kazandı. Aslında bir Lorca (Kanlı Düğün) uyarlaması ile başlayacaktı kariyeri. Ne var ki, “Çin’e Yolculuk” adlı filmde başrollerden birini üstlenen Erkan Yücel’in çekimin ilk günlerinde geçirdiği bir trafik kazasıyla hayatını kaybetmesinin ardından filmi tamamlamak istemedi. “Aşk Ölümden Soğuktur”la Antalya Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü alırken, Festivalde En İyi Yönetmen ödülünü kazanan ilk kadın oluyordu. Ha, bir de oyunculuğu var. Atıf Yılmaz’ın TRT için çektiği “Seyahatname”de oynadı. Tabi onu da izleyemiyoruz; filmi bulabilene aşk olsun…

“Paramparça bir hayat yaşadım ve yaşıyorum… Parça parça Legolar kullanarak hayatı şekillendirdim. Doğrularla, yanlışlarla… Bazen Legolar yer değiştirdi, döküldü, yılmadım baştan inşa ettim. Bir hayata sığmıyordum: film yaratmak bana birkaç hayat yaşama imkânı veriyordu. Ama yine de doyamıyorum bilgiye, maceraya, keşfe ve elbette rüyalarıma” diyen bu güzel yürekli özgür kadın ne Yeşilçam’ın, ne de ülkemizin kalıplarına sığamadı ama hiç belli olmaz, her şey beklenir ondan…

BirGün

BirGün

Benzer Haberler

Tüm Haberler
Animated ArrowAnimated ArrowAnimated Arrow